Manzara ve doğal yaşam kaynaklarının başında gelen “dağlar”, tarih boyunca çeşitli yönlerden insanların ilgisini çekmiştir. Bu dağların başında da Batılı kaynaklarda sıklıkla karışımıza Ararat olarak çıkan Ağrı Dağı gelmektedir. Bir yandan manzara çekiciliğinin yaratığı efsanevi görkemi, diğer yandan da Nuh peygamber ve çocuklarının buradan dünyaya yayıldığı inancı, tarihsel süreç içerisinde Ağrı Dağı’nın efsaneleşerek neredeyse kutsal bir anlam kazanmasına neden olmuştur. Efsanevi görkemi farklı milletler ve dinler için daima hayranlık konusu olan Ağrı Dağı’na, Türkler Aghri Dagh, Ermeniler Massis, Araplar Cebel ül Haris, İranlılar ise Koh i Nuh adını vermişlerdir. 

      Yerküre üzerinde adı efsaneleşerek kutsal anlam kazanan dağlardan biri olan Ağrı Dağı, Japonya’daki Jujiyama ve Filipinler’deki Mayon Volkanı gibi dünyadaki başlıca kusursuz volkan konileri arasında yer almaktadır. 2004'te Bakanlar Kurulu kararıyla Milli Park olarak ilan edilen Ağrı Dağı, doğal ve kültürel yönüyle milli varlıklarımızın ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır. 




         19. yüzyıl öncesine kadar seyyahların, elçilerin ve misyonerlerin Ağrı Dağı’na yaptıkları yolculuklarla ilgili ağırlıklı olarak “tasvire dayanan” seyahatnameler ele almaları dikkat çekicidir. Kendilerine tamamen yabancı bir dünyayı yorumlamaya çalışan İtalyan Marco Polo, İspanyol elçi Ruy Gonzales de Clavijo, Fransız kaşif-tüccar Tavernier ve Fransız botanikçi Joseph Piton de Tournefort ve daha nicelerinin seyahatnamelerinde bu durum sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Bu seyahatnamelerde, Ağrı Dağı’nda yaşayan göçebe toplulukların kültürel yaşam özellikleri hakkında bilgiler verilmektedir. Bu tür tarihi araştırma kaynakları; Ağrı Dağı’nın flora ve faunasında daha önceleri var olan ilkel uyumun sonraki yüzyıllarda bozulduğuna ve bölgede ekolojik yıkımların yaşandığına dair önemli ipuçlarını da içermektedir.